Mv. Doç. Dr. Babacan' Dünya Demokrasi Forumu' toplantısına Katıldı
AK Parti Ankara Milletvekili Zeynep Yıldız, AK Parti Balıkesir Milletvekili Mustafa Canbey ve CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre ile birlikte Türkiye delegasyonu olarak 'Dünya Demokrasi Forumu' toplantısına katıldı.
AK Parti Malatya Milletvekili Doç. Dr. Abdurrahman Babacan” Özellikle Filistin meselesinin de içinde olduğu son bölgesel ve küresel gelişmelerin tartışıldığı; Avrupa'nın siyasetçilerinin, parlamenterlerinin, akademisyenlerinin, Sivil Toplum Kuruluşu temsilcilerinin, düşünce kuruluşlarının, medya temsilcilerinin ve üniversite öğrencilerinin katıldığı geniş yelpazeli bir buluşma oldu.
Bizim temel gündemimiz, Avrupalı siyasilerin ve yönetici elitlerin Filistin konusundaki aldıkları yanlış tutumu, Avrupa'daki genel atmosferi, reaksiyonları ve neler yapabileceğimizi tartışmaktı.
Öncelikle şu söylemeliyim ki Avrupa, Gazze’deki insani trajediye ve dünyanın gözü önünde işlenen soykırım politikasına verdiği reaksiyon ile, esasen kendisi açısından çok büyük bir hata yaptı. Dünyada uzun zamandır tartışılan Avrupa kimliği, Avrupa değerleri, Avrupa’nın siyasi ağırlığı ve küresel dominasyonuna ilişkin dünyada beliren ve gittikçe güçlenen büyük kuşku ve inançsızlığı kendi elleriyle derinleştirmekten başka bir şey yapmıyor. Ve üstelik bunda halen ısrar ediyor.
Filistin meselesinde Avrupa açısından problemli üç hayati nokta var:
1- Avrupa’nın bir bütün olarak Yahudi meselesini nasıl ele alacağını bilememesinde,
2- Filistin’in, 20. yy başlarındaki siyasi konjonktürde kurdurulan bir devlet olarak İsrail tarafından aşama aşama işgal edilmesi ve Filistinlilerin topraksızlaştırılması sürecinde,
3- Gazze’deki en son açık sistematik katliam politikasına reaksiyon biçiminde
Ve bunlar, dünya ölçeğinde yeni kuşaklar nezdinde, “Avrupalı Batı modelinin çöküşe geçtiği” tezini teyit ediyor, derinleştiriyor. Ve Avrupalı siyasi, ekonomik, akademik ve kültürel elitler bunu bizzat kendi elleriyle yapıyor. Şaşılacak bir körlük!
Süslü ama içi boş kavramsallaştırmalar, bu temel problemi örtmeye de yetmiyor artık üstelik. Dünkü oturumda, soru-cevap bölümünde soru sormak için söz alan Hintli bir hanımefendinin İsrail’in bir demokrasi mi yoksa modern bir apartheid rejimi mi olduğunu sorması dahi, çoğunluğu genç olan Avrupa Parlamentosu salonunu dolduran gençlerden büyük bir alkış aldı. Gerçeği ve hakikati, soruya gelen yoğun alkıştan görmeli oysa Avrupalı elitler. Fakat bunu görecekler mi, emin değilim.
Dünyada epeydir tartışılan bir soru var: Avrupa, küresel sistemde nereye oturuyor? Zaten siyasi ve askeri bakımdan uzun süredir tartışılıyorken, şimdi bir de Immanuel Kant’tan beri yüzyıllar boyu asıl iddiası olan fikri, entelektüel ve ahlaki üstünlük bakımından kredisini olanca hızıyla kaybetmekte. Bu, uzun vadede dahi değil üstelik, orta vadede Avrupa’nın ve Batı fikrinin sonu demek olabilir.
Zira önümüzdeki dönemde dünyadaki farklı topluluklar ve Batı’nın kendi içindeki çeşitli toplumsal kesimler için boş olduğu ortaya çıkan bu kavramsallaştırmaların, Derrida’nın deyimiyle, yapısöküm süreci başlayacak. Küresel ölçekte insan hakları, demokrasi ve çoğulculuk kavramları sorgulanacak ve yapısöküme uğratılacak. Ve asıl kırılma bundan sonra başlayacak.
Söz konusu Filistin meselesinde; Avrupa aklı ve pratiği açısından bazı açıklayıcı parametreler bulunuyor:
- Her bir Avrupa ülkesinin antisemitizmle ilişkisi ve sömürgeci geçmişi konusundaki tarihi mirası,
- Avrupa’da son yılların siyasi trendi olarak radikal sağın yükselişi, ki bu, İslamofobya (İslam karşıtlığı), zenofobya (yabancı karşıtlığı) ve mülteci karşıtlığı olarak tezahür eden dini, teolojik, sekteryan ve sosyolojik dinamiklerle direkt ilintili bir olgu,
- Yahudi düşmanlığının yerini İslam düşmanlığının alması durumu
Ancak burada şunu belirtmem gerekiyor: bu hususiyetler, Avrupalı toplumlar ve yeni kuşaklar nezdinde bütünüyle genelleştirilebilir değil. Daha ziyade Avrupalı siyasi, ekonomik ve kültürel elitler kaynaklı bir sorun bu. Bu noktada, Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in objektif olmayan pro-İsrail tutumunu ibretle görürken, yine bizatihi Komisyon’un içerisinden ve Avrupa’dan farklı akımlardan gelen reaksiyonlara da bakmak gerek. Avrupa Komisyonu’ndan 842 ismin imzasıyla yayımlanan bildiride, ‘kuruluşun, Gazze’de devam eden sivil katliamına karşı gösterdiği bariz kayıtsızlıkta AB değerlerini görmediklerini’ açıklamaları oldukça önemli mesela. Ki bu, Borrell ve Guterres’inkine yakın bir tutum.
Bu yönüyle Avrupa bir yandan temel nosyonunu yitirirken bir yandan da kendi içindeki bölünmüşlüğüne çare aramak durumunda. Özellikle son yıllarda giderek düşen profili, problemli siyasi trendi ve yıllardır süren elitler düzeyindeki zihniyet, kültür ve vizyon problemi, bugün Gazze’deki soykırım konusunda Avrupa’yı tam olarak paralize etmiş durumda. Ki bunu, dünkü oturumlardan birinde Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Dita Charanzova’nın talihsiz pro-İsrail yaklaşımında da gördük. Yani Avrupa açısından yine aynı hikâye. Ve farkındalığa ilişkin hiçbir işaret yok.
Sorun şu ki: Avrupalı elitler bunu yaparken, Braudel’in yıllar önce Avrupa-Akdeniz uygarlığı ilişkisini resmedişinde Akdeniz’in kuzeyi ile güneyi arasındaki ortak tarihi miras ve medeni temalar adına sunduğu ne varsa yok ediyorlar. Bu ise temelde Avrupa’nın kendi eliyle kendisini imha etmesi demek. Çünkü bu, Avrupa’nın kendi iddiası olan istisnai kodlarının, yani değerlerinin ölümü ve küre sathında kredisinin tükenmesi demek.
Topyekûn bir çıldırmışlık hali bu sanki. Bir futbol kulübü, Filistin’deki soykırıma dur dediği için bir futbolcusunun sözleşmesini feshediyor. Bir manken, Filistin’de soykırımı dillendirdiği için imzaladığı sözleşmeyi kaybediyor. Bir taraftar topluluğu, Filistin bayraklarını statta dalgalandırdığı için stadyuma giriş kartları bloke ediliyor. Hemen her Avrupa devletinin Filistin lehine yapılan protesto ve gösterilere nasıl yasaklar koyduğu ve insanları acımasız polis şiddetine maruz bıraktığını söylemiyorum bile. Bu, Avrupalı elitler kaynaklı bir sorun.
Bakın üç hafta önce gerçekleşen Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılış merasiminde Fuar’ın direktörü Juergen Boss, Fuar’ın tüm desteğiyle İsrail’in yanında olduğunu açıklamasına, Zizek’in, ‘milyonlarca insanın Gazze’de kolektif cezalandırılmasının Fuar’ın ve Avrupa’nın bir değeri olup olmadığını’ sorması, hem Frankfurt Kitap Fuarı’nın o bahsi edilen değerlerini hem de bir bütün olarak Avrupa kimliğini sorguya açıyordu. Ve salon da karışıyordu. Avrupa gibi.
Yani özetle Avrupa, bir karar vermek durumunda. Öyle görünüyor ki kararını vermiş. Fakat vahim bir hata ve stratejik körlük ile alınmış yanlış bir karar ve yanlış bir pozisyon alma durumu. Ya da Mestroviç’in ifade ettiği gibi, tam olarak bir ‘uygar barbarlık’ durumuna mı hazırlıyor bizi yoksa Avrupa?