Bahçeli: 'Eşkıyanın fermanını dağda yırttık, aynısını TBMM'de de yapmalıyız'

Bahçeli: 'Eşkıyanın fermanını dağda yırttık, aynısını TBMM'de de yapmalıyız'

Bahçeli: 'Eşkıyanın fermanını dağda yırttık, aynısını TBMM'de de yapmalıyız'

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin TBMM'deki grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin TBMM'deki grup toplantısında, şu ifadelere yer verdi:

"Bu haftaki Meclis parti grup toplantımızın başında müstesna heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş mücadelesi veren bütün kardeşlerimize sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

İnsanın içine doğduğu çevre yine insanın hayat boyu ayrılmaz bir parçası, koruyup gözetmesi mecburi olan ortak bir hazinesidir.

Çevresiz insan, insansız çevre yalnızca fantastik masalların konusudur.

Yaşadığımız hayat masal değildir, nitekim insan-çevre ilişkisinin rasyonel temelde birbirinden soyutlanması imkânsızdır.

İlkçağlardan bugüne kadar insan ya doğayı anlamak, ya doğaya hakimiyet kurmak, ya da karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler ağı oluşturmak için çırpınıp durmuştur.

İnsanın çevreyle olan irtibatı yeri gelmiş mekanik bir içeriğe bürünmüş, yeri gelmiş sorumluluk ve duyarlılık kültürünün etkisi altında metafizik bir anlayışla bütünleşmiştir.

Ekonomi-politik dönüşümler, sosyo-politik gelişmeler müteakiben ekolojik görüşleri çeşitlendirmiş, insanla çevre arasındaki ilişkilerin niteliğini müessir ölçülerde değiştirmiştir.

Birisini diğerine tercih etmeden, hem insanın hem de çevrenin ihtiyaçlarını aynı anda merkezine koyan fikri ve siyasi arayışlar bir noktadan sonra gerçekçi öneri ve önermelerin cümle kapısını aralamıştır.

Bugünkü şartlarda, çevre sorunları sadece çevre kirliliği veya çevrenin bilinçsizce kullanımı olarak değil; toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki boyutları olan karmaşık sorunlar yumağı haline gelmiştir.

Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle yeşeren her yeni ortam çevreyi ya doğrudan veya dolaylı şekilde etkilemiş, insanın hayat ve refah standartlarını çalkantılı bir mecraya sürüklemiştir.

Marmara Denizi’nde Mart ayından itibaren baş gösteren, içinden geçtiğimiz şu günlerde kıyılarımızda feci bir boyuta ulaşan deniz salyası istilası çevre üzerinde bir kez daha, fakat daha kararlı, daha dürüst, daha derinlikli düşünmemize yol açmıştır.

Büyük oranda kirli su ve tarımsal-endüstriyel atıkların tesiriyle ortaya çıkan mikrobiyolojik varlıklar yaygın ve yoğun biçimde sahillerimize tutunmuştur.

Hatta bazı kıyı şeridinde insanlarımızın denize çıkışı bile deniz salyası baskınıyla engellenmiştir.

Bu kaygı verici tablodan her insanımızın rahatsızlık ve üzüntü duyması normaldir, beklenen bir durumdur.

Deniz salyasının, kıyılarımızda yatay bir tabaka oluşturmak şöyle dursun dikey bir hareketle dibe doğru indiği de gözlemlenmektedir.

Bu nedenle deniz canlılarının oksijeni kesilmektedir.

İşin doğrusu, bir çevre felaketiyle karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Parti Programı’mızda çevre konusuna ayrı bir ehemmiyet verdiğimizi, bu kapsamda temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın her insanın temel haklarından birisi olarak gördüğümüzü özellikle vurgulamak isterim.

Bizim düşüncemize göre, çevre sorunlarını; kalkınma-çevre ikilemi yerine, akılcı bir koruma, kullanma ve geliştirmeyi öngören sürdürülebilir kalkınma modeliyle aşmak mümkündür.

Çevre politikamızın esasını da, gelecek nesillere temiz, yaşanabilir doğal ve kültürel değerleri korunmuş bir çevrenin intikali oluşturmaktadır.

Ülkemizin bütüncül bir çevre politikasıyla maruz kaldığı risk ve tehditleri en aza çekeceği inancındayız.

Kıyı, deniz, akarsu, göl, yapay göl ve diğer sulak alanların çevresi ile eko sistemlerin tamamını bütünlük içinde ele alan kıyı planlaması ve yönetim sistemi uygulanmalıdır.

Su, hava, toprak ve denizi birlikte değerlendiren entegre çevre politikaları geliştirilmelidir.

Ayrıca biogüvenlik ve genetiği değiştirilmiş organizmalar konusundaki tehlikeleri bertaraf etmek maksadıyla tarım, çevre ve teknoloji politikaları eşzamanlı uygulanmalıdır.

Bizlere düşen asıl görevlerden birisi de çevre duyarlılığını tesis etmektir.

Yatırım projelerinin yer seçiminde çevre duyarlılığıyla birlikte, çevre dostu teknoloji kullanımı özendirilmeli, hukuki çerçeveye kavuşturulmalıdır.

Bilhassa Marmara Denizi’ne akan derelerin ıslahını yapmakla birlikte, Orta Avrupa ülkelerinden gelen atıkların nehirler üzerinden Karadeniz’e taşınmasını önlemek amacıyla muhatap ülkelerle mutabakat sağlanmalıdır.

Şu gerçeğin altını çizmenin yanında, mutlak surette de kabul etmek zorundayız: Kirli bir denizin çevresinde sağlıklı bir hayat kurulamayacaktır.

Demem odur ki, bir zihniyet değişikliğine refakat eden çevreyle uyumlu bir hayat şartlarını da inşa etmek durumundayız.

Günümüz dünyasında çevre sorunları ile insan sorunlarını birbirinden ayırmak neredeyse hayaldir.

Çevreyi ve insanı birbirlerine üstünlük kurmadan her birini kendi gerçekliğinde ele almak, kalıcı ve kuşatıcı bir çevre bilinci yerleştirmek hepimizin sorumluluğudur.

Tahrip olmuş bir doğa, talan edilmiş bir medeniyete, talih kuşuna hasret kalmış bir insanlığa davetiyedir.

Sürdürülebilir bir hayat ve ekonomik gelişme hedefi çevrenin yıkımıyla değil, imarı ve ihyasıyla gerçekleşmelidir.

Çevreyi dikkate almayan her atılımın, her adımın, her çabanın sonuç itibariyle faturası ağır olacak, kazandırdığından çok daha fazlasını kaybettirecektir.

Kaldı ki, ekolojik hassasiyet ve çevre etiğinin ilkelerine azami ölçülerde uymak hem bugünümüze değer yükleyecek hem de gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakılmasına destek verecektir.

İnsanın kendisi ve içinde yaşadığı toplum ve doğayla kurduğu ilişkileri düzenleyen, bu suretle insanın çevreye bakışını belirleyen kurallar manzumesi olan çevre etiğinin saygı ve sorumluluk kavramlarını pekiştirmesi güvenli ve sağlıklı bir hayatın bize göre formülüdür.

Bizim milliyetçilik anlayışımızda çevrecilik ana eksenlerden birisidir.

Çevre demek insanlığın çehresi, medeni olmanın çağrısı demektir.

Çevre demek aynı zamanda vatan demektir.

Çevreye hürmet çağın şifrelerini çözmenin, huzurlu ve mutlu bir hayatın ilk şartıdır.

Sahillerimizi işgal eden deniz salyasıyla mücadele konusunda alınacak tedbirlere, uygulanacak politikalara samimiyetle destek vereceğimizi, bu ağır sorundan ülkemizin ve deniz canlılarının kurtarılması hususunda yapılan ve yapılacak her çalışmanın yanında duracağımızı kararlılıkla ifade ediyorum.

Geçtiğimiz pazar günü Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından açıklanan ve 21 başlıktan oluşan eylem planını, bugünden itibaren 7/24 esasıyla Marmara Denizi’deki deniz salyasını temizleme seferberliğini yürekten destekliyoruz.

Geldiğimiz bu aşamada, siyasi partilere düşen öncelikli görev bu meseleyi istismar etmemektedir.

Siyasi rant hesabına tevessül gibi bir yanlışa da hiç kimse düşmemelidir.

Çünkü deniz salyası belasını yenmek için sabır ve sağduyunun rehberliğinin yanı sıra, el birliğine, güç birliğine ve hedef birliğine ileri düzeyde ihtiyaç olduğu da asla unutulmamalıdır.

Muhterem Arkadaşlarım,

Çevre etiği ne kadar önemliyse, siyasi etik kuralları da bir o kadar önemlidir ve ihlali düşünülemeyecektir.

Dilek ve ümidimiz siyasi etik yasasının daha fazla gecikmeden süratle ve mutabakatla çıkarılmasıdır.

Siyaset kör bir cendereye sıkıştırılmadan centilmenlik içinde yapılmalıdır.

Rivayet olunur ki; Muhyiddin İbn Arabi, bir gün İskenderiye Limanı’nda gemiden un boşaltan hamalları seyrediyormuş.

Bu esnada hamalbaşı yüksekçe bir yere çıkıp diğer hamallara sürekli talimatlar vererek özellikle şöyle sesleniyormuş:

“Çuvalı siyasetle tutun, çuvalı siyasetle taşıyın, çuvalı siyasetle indirin.”

İbn Arabi, hamalbaşına yaklaşıp “çuvalı siyasetle indirmenin” ne manaya geldiğini sormuş.

Hamalbaşının cevabı ise aynen şu olmuş:

“Siyasetle indirmek, çuvalı patlamamaktadır. Çuval patladıktan sonra şikâyetin, dövünmenin, dertlenmenin bir faydası yoktur.”

Dimyata pirince giden evdeki bulguru da hesaba katmalıdır. İşte bu siyasetin görevidir.

Söylenenin aksine su testisi suyolunda kırılmadan adresine ulaşabilmelidir. Siyaset bunun için vardır.

Mayası tutmamış, ne var ki ısrarla modaymış gibi gösterilen düşünceler önümüzdeki kör noktalardır. Siyaset bunu öngörmekle mükelleftir.

20’inci yüzyıla ismini yazdıran meşhur bir düşünür demişti ki;

“Hepimiz aynı şeylerden konuşuyoruz, ancak konuştuğumuz şeyin ne olduğu konusunda hala anlaşabilmiş değiliz.” Siyaset bu akıl tutulmasının sebep olduğu düğümü çözmekle yükümlüdür.

Doğru sözlü, düzgün fikirli, yüce gönüllü, yumuşak huylu, ağır başlı, müşfik tavırlı, zalime düşman, mazluma dost bir siyaset kavrayışı hiç şüphe yok ki huzurun anahtarıdır.

16’ıncı yüzyıl şair, tarihçi ve düşünürlerinden Gelibolulu Mustafa Ali Efendi, “Şehbaz yuvasının alçaktan uçan karga yavrusuna verilmemesini” ikazla söylerken bir yönüyle siyaset ve devlet adamlarına sorumluluk yüklemişti.

20’inci yüzyıl alimlerimizden muhterem bir isimden esinlenerek şu kanaatimi özellikle paylaşmayı yararlı görüyorum: Siyasette idara tamamdır, müdara da tamamdır, ama dubaraya yer olmamalıdır.

Ne var ki dubaracı yüzler siyasette çok faal ve çok fazladır.

Geçmişine sırt dönüp çıkarlarının peşine düşenlerin görünürlüğü artmıştır.

Devletin en üst makamlarında görev alanların mahremiyetlerine emanet olan konuları ulu orta konuşmaları, dün birlikte olduklarını bugün karalamaya çalışmaları münafıklık alametidir.

Türkiye’de başbakanlık yapmış bir şahsın, kendisiyle birlikte mezara gitmesi gereken sırları döküp saçması, bu devletin kimlerin elinde kaldığına bariz bir delildir.

Ketumiyet yoksa karakter yoktur.

Gizlemesini bilmeyenin yönetmesi mümkün değildir.

Serok Ahmet böyle biridir.

Gelecek Partisi’nin yöneticilerine tavsiyem şudur; bu serokun yanında sakın konuşmayın, aman ha sır verme gafletine düşmeyin, dil ile düğümlenenin diş ile çözülemeyeceğini aklınızdan çıkarmayın.

Keza aynı şey selamsız Babacan için de geçerlidir.

Kanuni Sultan Süleyman dönemi vezirlerinden olup Mısır’a vali olarak tayin edilen, ancak bir süre sonra Padişaha isyan ederek kendisini sultan ilan eden Hain Ahmet Paşa gibileri zamanında teşhis edilerek devlet ve siyaset hayatı onlara tümden kapatılmalıdır.

Serok için deniz bitmiş, filikası su almıştır.

Mısır’ın alınmasından sonra, muazzam bir serveti geride bırakarak ölen bir tacirin metrukatından bir kısmına el konulması devrin defterdarı tarafından uygun bulunmuştu.

Adaletiyle öne çıkan bir devletin uygulaması elbette şaşırtıcıydı.

Fakat kendisine gönderilen takriri inceleyen Yavuz Sultan Selim’in cevabı ise beklendiği üzere hayranlık uyandırmıştı:

“Ölene rahmet, malına bereket, evladına âfiyet, gammaza da lanet olsun.”

Türk devlet ve siyaset hayatının sütunları muhteşem bir mazinin tecrübe ve birikim himmetiyle dikilmiştir.

Bahanesi ne olursa olsun, bu sütunu kırmaya, yıkmaya, tahrip etmeye çalışmak demokrasimize ve milli birliğimize yapılacak en büyük kötülüklerdendir.

Zillet ittifakının asıl ve yedek kadrosunu teşkil eden, özellikle davası ve devası olmadığı gibi gelecekleri de mefluç siyasi parti başkanlarının gündeme yansıyan iddia ve itirafları, esas itibariyle düşünce namusu açısından yüz kızartıcı, utanç vesikasıdır.

Demokrasinin hakim olduğu ülkelerde, muhalefet partileri, birbiriyle çelişir gibi görünen iki ayrı tavır ve davranışı aynı anda göstermekle sorumludur.

Bir yanda iktidarı eleştirirken, diğer yanda da rejime ve ülkeye muhalefetten kaçınmak durumundadırlar.

Demokrasinin bekası iki ucu keskin bıçak gibi parlayan bu hassasiyete yakından bağlıdır.

Biz bu hassasiyete milli, ahlaki, ilkeli ve sorumlu muhalefet anlayışı diyoruz ve herkesi buna uymaya davet ediyoruz.

Gerçi Serok ve devasızların diğer zilllet ortaklarıyla birlikte buna riayet etmeyeceklerini de peşinen tahmin ediyoruz.

CHP yönetimi başta olmak üzere, bütün muhalefet partileriyle 71 yıl önce yapılmış şu değerlendirmeleri hassaten paylaşmayı bir vazife sayıyorum:

“Eğer iktidar karşısına geçen muhalefet partileri devleti ve milleti kötülemek pahasına da olsa her şeyi fena göstermek yolunu tutarlarsa, eğer muhalefet partisi hükümetin tabii olan her güçlüğünü büyütmeye kalkarsa, hülasa iktidarla muhalefet arasındaki münasebet şuursuz bir çekişme ve dalaşma halinde soysuzlaşırsa demokratik rejimin atisi yoktur.”

Bu sözlerin sahibi Merhum İsmet İnönü’dür, konuştuğu yer CHP Parti Divanı, tarih ise 27 Mayıs 1950’dir.

İlerleyen yıllarda bu İnönü’nün yerinde yellerin estiği de bir başka üzerinde durulması icap eden tenakuz halidir.

Her seferinde dün dünde kalmış, bugünün gerçekleriyle ters düşmüştür.

Merhum Nadir Nadi, İnönü’nün iktidar muvaffak olamasın da ne olursa olsun havasında olduğunu, çok değil 1952 yılının Aralık ayında kaleme almıştır.

21 Nisan 1954 tarihli Niğde Mitinginde Demokrat Parti hükümetini kast ederek “düşeceklerdir, düşmeleri lazımdır” sözlerinin sahibi de o dönemin CHP Genel Başkanıdır.

Bu üslup tıpkısının aynısıyla Kılıçdaroğlu’na egemendir.

CHP Genel Sekreterliği görevini üstlenmiş siyasetçilerden birisi olan merhum Faik Ahmet Barutçu ise siyasi anılarında İsmet İnönü’nün şunları söylediği yazmıştır:

“Bu ülke gezgin istiklal mahkemeleriyle yönetilemez. Atatürk sağ olsaydı yönetimi beş yıl daha sürdüremezdi. Diktatörlük devrimle yıkılmaya mahkûmdur. Biz demokrasiyi doğal yollardan yerleştirmeye çalışıyoruz.”

Siyasette tutarlılık, fikri çizgide devamlılık, mücadelede dürüstlük, duruşta berraklık siyasetçilerin ve siyasi partilerin ülkeye ve millete hizmet konusunda samimiyet derecelerini gösterecektir.

Patlaması kaçınılmaz olan lafzi balonların fikir kisvesine bürünerek siyaset piyasasına sürülmesi hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

Siyaset bir savaş hali, dost ve düşman kamplarının hamulesi değildir.

Maalesef bugün Türkiye’nin en önemli sorunu siyasetin kendi içinde yaşamış olduğu açmazlar ve sancılı travmalardır.

Bunun asıl nedeni siyaset yaptığını zanneden bir kısım zevatın gerçekte siyasetsizliğin içine gömülmesidir.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin hali tamı tamamına budur.

Nitekim zillet ittifakı siyasetini Türkiye’ye karşı konuşlandırmıştır.

Teessüfle ifade etmek isterim ki, organize suç şebekelerine, terör örgütlerine, yeminli Türk düşmanlarına sözcülük yapan, onların iftiralarına taşeronluk eden köksüz ve kişiliksiz bir muhalefet anlayışı karşımızdadır.

Ülkemizdeki muhalefet iktidarı düşürmek için vatanı bile düşürmeye hazırdır.

Ancak bu vatan düşmeyecek, Türkiye yenilmeyecek, Türk milleti zillete boyun eğmeyecektir.

Gelişmeleri ahlaki şuurla yorumladığımızda biliniz ki her şey aleni bir şekilde fark edilecektir.

CHP ve İP’in siyasi iradesi güdümlüdür, tarlaları sürülmüştür, harman yerleri haciz altındadır.

Bunların rotasını belirleyen temelsiz isnatlar, Türkiye karşıtlarının tezleri, küresel senaryolar, emperyalist oyunlardır.

CHP ile İP’in gizli ve kaprisli ortağı HDP, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimi konusunda ortak aday çıkarmanın ciddi bir seçenek olduğunu açıklamıştır.

Cumhur İttifakı’na karşı güç birlikteliğinin başarılı olacağı iddiaları bölücü ağızların kesintisiz propagandası haline dönüşmüştür.

HDP, CHP ile İP’i çoktan kafeslemiş, üzerlerine de kilidi vurmuştur.

Bunların ayağa kalkmaya mecalleri kalmamıştır.

HDP’nin bir eşbaşkanı seçimlerde işbirliğinin kaçınılmaz hale geldiğini söylemek suretiyle cesur adımlara ihtiyaç olduğunu ifade ederken aslında bir plan çerçevesinde konuştuğunu ihsas etmiştir.

Şu anda kamuoyunu hazırlama süreci devrededir.

PKK’dan aldığı talimatlarla siyasetini belirleyen HDP’nin, CHP ile İP’i bir karara zorlaması, gizli saklı ilişkilerden sıyrılma telaşı son zamanlarda iyice yoğunlaşmıştır.

İP Başkanı’nın 2023 seçimlerinde HDP ile resmi ittifaka karşı çıkması aralarındaki rol paylaşımında kendisine verilen görevin telaffuz gayretinden başka bir şey değildir.

2023 seçimlerinde ne olacağından, nasıl bir ortaklık kurulacağından daha önce çözümü milli ve hukuki aciliyet olan devasa bir sorun vardır.

HDP’nin kapatılma süreciyle, bölücü milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarının görüşülmesi maalesef tavsamaktadır.

Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilen HDP’nin kapatılmasını esas alan iddianamenin eksikliklerini gidererek beklenen davayı dün tekrar açmıştır.

HDP’nin eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına aykırı bulunmuştur.

Bu bölücü partinin hemen hemen tüm organları, üyeleri ve teşkilatları vasıtasıyla suç işlediği, işlenmesini tahrik ve teşvik ettiği somut delillerle belirtilmiştir.

Bundan sonra bütün gözler Anayasa Mahkemesi’ne çevrilecektir.

Bu mahkemenin iddianameyi ikinci kez iade seçeneği de kalmamıştır.

Türkiye, vatan topraklarında ve sınır ötesinde teröre karşı kazanmış olduğu muazzam üstünlüğü TBMM’de kaybedemez, hiç kimse de bu kayba hizmet edemez.

HDP’nin kapatılması artık hukukun konusudur, bu kanlı ve karanlık sayfa açılmamak üzere kapatılmalıdır.

Ayrıca bunun bağlantılı olmak üzere, cevabını aradığımız sorular da şunlardır:

Bölücü milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarının TBMM’de görüşülüp karara bağlanması neden gecikmektedir?

Suçu tevsik edilmiş PKK’lı milletvekilleri adaletin önüne ne zaman çıkarılacaktır?

Maşeri vicdanın huzur bulması için daha neyi bekliyoruz?

İhanetin bedelini ödeteceksek ne duruyoruz?

Şayet bölücülüğün hesabını soracaksak, Şayet hukuk devletinin varlığını göstereceksek gün bugündür, melanetin yeri bağımsız Türk mahkemelerinde kurulan sanık sandalyesidir.

TİP’li bir milletvekilinin, “bu devlet katil, bu devleti yıkmamız gerekiyor, evet Türkiye Cumhuriyeti devleti katil bir devlettir.” iftiraları karşısında ne yapacağız?

Bu hainin dokunulmazlığını kaldırıp doğruca adalete teslim etmeyecek miyiz?

Düşünebiliyor musunuz, böyle bir alçak TBMM’de bizimle aynı havayı teneffüs ediyor.

Devlete katil diyen bu soysuz, devletin her imkanından istifade ediyor, hazinesinden maaşını alıyor.

HDP’lilerin fütursuzluğundan cesaret alan bu suçlu bilmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti katil olsaydı, bugün bulunduğu yer TBMM değil, mezarlık olurdu.

Bunlara müsamaha gösteremeyiz.

Bu aşağılık tiplere tahammül edemeyiz.

İktidarı zayıflatacak her türlü politikayı, bu iktidarın azı dişlerini çekecek her şeyi meşru gören bu bölücünün layık olduğu yer Gazi Meclis’in çatısı değil, demir parmaklıkların arkasıdır.

Bununla birlikte HDP’li bölücü milletvekillerine gereği hukuk sınırları içinde derhal yapılmalıdır.

HDP, terörizmin siyaset ayağıdır.

HDP, terör örgütünün Meclis’e sızmış nifak uşağıdır.

Ve HDP’nin kapatılması, siyasetten, demokrasinden kaydının silinmesi hepimizin, özellikle Anayasa Mahkemesi’nin namus borcudur.

Hemen hemen her gün şehit veriyoruz.

Cami avlularından kahramanlarımızı uğurluyoruz.

Terörle mücadeleyi her saha ve zeminde kararlılıkla icra ediyoruz.

Terör örgütünün sonu gelmiş, topyekûn imhası için sayılı günler kalmıştır.

Üst düzey terör baronları başarıyla yok edilmektedir.

Kırmızı listede kim varsa sırayla kafası koparılmaktadır.

Geçen Pazar günü, terör örgütü PKK’nın Mahmur genel sorumlusu “Doktor Hüseyin” kod adlı terörist Selman Bozkır’ın muazzam bir operasyonla etkisiz hale getirilmesi bunlardan birisidir.

Sincar, Kandil, Mahmur, Gara ve diğer tüm terör sığınak ve kaynak alanları Allah’ın izniyle hainlerden köşe bucak temizlenecektir.

24 Temmuz 2015 tarihinden bugüne kadar 18 bin 140 terörist kahraman güvenlik güçlerimizin eşsiz ve emsalsiz müdahalesiyle etkisiz hale getirilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetlerimizle övünüyoruz.

Kahraman polislerimizle, fedakar güvenlik korucularımızla iftihar ediyoruz.

Terörün yaktığı ihanet ateşi ya sönecek ya da yakanları kavuracaktır.

Numune de olsa, HDP’li sözde bir siyasetçinin kalkıp da şehitlerimize rahmet dilediğine şahit olanınız var mıdır?

PKK’nın kanlı saldırılarını kınayan bir HDP’liyi göreniniz, duyanınız olmuş mudur?

Yüreği Türk milletiyle bir olmayan parti görünümlü bu bölücü örgütün TBMM’de bulunması hak mıdır? Hukuk mudur? Helal midir?

Cevabını ben vereyim, ne haktır, ne hukuktur, ne de helaldir.

Bilakis vebaldir, cinayettir, tarihi haklarımızın inkarıdır.

Demokrasi, bebeklere kurşun sıkmanın gerekçesi olamaz.

Sandıktan çıkan oylar hıyanetin zırhı görülemez.

Gören varsa Türk milletiyle gönül bağı kalmamış demektir.

Eşkıyanın fermanını dağda yırttık, aynısını TBMM’de de yapmalıyız.

Hiçbir siyasi mülahaza Türkiye’nin istikbalinden daha önemli değildir.

Hiçbir siyasi düşünce istiklal haklarımızdan, milli birlik ve beka kararlılığımızdan üstün olmayacaktır.

İnsanımızı yaşatacağız, bu sayede devlet yaşayacak.

Milletimizi ilelebet yaşatacağız, devleti ilanihaye koruyacağız.

Diyorum ki, Tanrı Türk’e yar olsun, milletimiz var olsun, Türkiye büyüyüp Turan olsun.

Bu vesileyle terörle mücadelede şehit düşen kahramanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz Türk milletine baş sağlığı dileklerimi iletiyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Mahmur Kampı, mülteci kampından öte, terörist ikmal merkezidir.

Mahmur Kampı’nın mahvı ve mağlubiyeti terör örgütünün kaynağını kurutacaktır.

Kandil’e dikelim bayrağı, Sincar’a vuralım yumruğu, Mahmur’a çakalım kahramanlık beratını.

Güvenlik güçlerimizin operasyonuyla layığını bulan terörist Selman Bozkır’ın malum akıbeti ABD’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki büyükelçisini rahatsız etmiştir.

Demek ki doğru yoldayız, doğru bir mücadelenin tarafıyız.

Sözünü ettiğim büyükelçi, Mahmur Kampı’ndaki sivilleri hedef alacak herhangi bir saldırının uluslararası hukukun ihlali olacağını sosyal medya hesabından dile getirmiştir.

Hain Bozkır’ın bertaraf edilmesinden de derin bir endişe duymuştur.

Peki Mehmetlerimiz şehit edilirken de aynı endişe halini yaşamış mıdır?

Masumlara saldırılırken de insanlık değerleri aklına gelmiş midir?

PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki kampları geri cephe olarak kullandığı çok açıkken, ABD’li bu terör sevicinin sözleri hem değersiz hem de densizliktir.

Diğer tüm anlaşmazlık içeren konu başlıkları bir yana, ABD’nin PKK/YPG’yi kara gücü olarak değerlendirmesi müttefiklik hukukuna sürülmüş baldıran zehridir.

Terör örgütüyle işbirliği yapan bir ülkenin uluslararası hukuka vurgu yapması sadece aldatmadır.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın, Suriye’nin işgal altındaki petrol tesislerini koruyan PKK/YPG’li teröristlere Mayıs ayı içinde sıhhiye desteği verildiğini açıklaması korkunç bir çarpıklıktır.

Teröristlere ağır yaralılara nasıl müdahale edileceğini göstermişler.

Yara kapatmayı, pansumanı, basınç bandajını ve turnike uygulamasını öğretmişler.

Yani ABD’li askerler teröristleri ilk yardım konusunda eğitmişler.

Bu tablo tam bir rezalet, tam bir çürümüşlüktür.

PKK/YPG’ye sıhhiye desteği vermek, silah yardımı yapmak, parasal imkanlarla sırtını sıvazlamak Türkiye’ye kast etmenin başka bir tanım ve tasviridir.

Sayın Cumhurbaşkanımız, Brüksel’de yapılacak NATO Zirvesi’nde ABD Başkanı Biden’e müttefiklikle bağdaşmayan skandal gelişmeleri, terör örgütüyle kurulan yakınlığı inanıyorum ki anlatacak, yanlıştan dönmesi konusunda milletimizin mesajlarını yüzüne söyleyecektir.

Terör bir insanlık suçudur.

Teröre destek insanlık suçuna ortaklıktır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, terörizmin kanlı hesaplarına karşı küresel bir direniş ve tepki kurumsallaşmalı, insani değerler paydasında bütün ülkeler bir araya gelebilmelidir.

Geçen hafta Burkina Faso’nun kuzeyindeki bir köye düzenlenen terör saldırısında 200’e yakın insanın katledilmesi, çok sayıda ağır yaralanın bulunması esasen insanlığın müşterek sorunu olarak görülmelidir.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin bu vahşete alçaklık demesi terörizmle mücadelede cılız ve gelip geçici itirazlara yeni bir ilavedir.

Artık uluslararası toplum terörizme karşı kuvveden fiile geçmeyi başarmalıdır.

Burkina Faso’daki terör dehşetinin, PKK/YPG saldırılarından ne farkı vardır?

Terörle mücadelede bütün ülkeleri bağlayacak ve sorumluluk altına sokacak küresel düzeyde siyasi ve hukuki bir eylem planı geliştirilmelidir.

Soğuk Savaş şartlarına göre organize edilen, bir bakıma geleneksel yapısıyla ihtiyaçları karşılamaktan hızla uzaklaşan NATO’nun, yeni işlevlerinden birisi de terörizme karşı tam saha pres olmalıdır.

Terör örgütleriyle ortak bir gelecek planlayanların, hegemonya mücadelelerinde hedef ülkeleri bu yolla çembere alanların ulaşacakları yer zulümdür, zillettir, kan nehridir.

Türkiye Cumhuriyeti, yüzüncü yıl dönümü olan 2023’e terör belasını yenmiş olarak kavuşacaktır.

Amacımız budur, arzumuz budur, mücadelemiz buna yöneliktir.

Bu hunhar musibeti hayatımızdan söküp atma hususunda muhteşem bir devlet kararlılığı ve millet inancı vardır ve ortadadır.

Başaracağız, ihanetin kalbine mızrağı saplayacağız.

Muhterem Milletvekilleri,

Hafta sonu Afyonkarahisar’ın Sinanpaşa ilçesine bağlı Güney Beldesi’nde yapılan yerel seçim sonuçlarının yöre insanımıza, seçilen belediye başkanımıza, belediye meclis üyelerimize hayırlı olmasını diliyorum.

Tekraren ifade ediyorum, Türkiye’nin erken seçim diye bir gündemi yoktur.

CHP ve yedekleri boş arayışlardan vazgeçmelidir.

Cumhur, geleceğine sahip çıkacaktır.

Cumhur, tarihi haklarına sahip çıkacaktır.

İstiklal için birlik, istikbal için dirlik, kazanan Türkiye olacak diyoruz.

Cumhur İttifakı milletimizin hizmetkârı, büyük Türkiye’nin de mimarıdır.

Cumhur İttifakı pazarlık değil milletin nazarlık ittifakıdır. Her şey Türkiye içindir.

Yüzümüz de yüreğimiz de sonuna kadar Türk milletine dönüktür.

Sözlerime son vermeden önce, kısaca temas etmek istediğim iki konu başlığı daha vardır.

Fatih Sondaj Gemimizin Sakarya Gaz Sahası’ndaki Amasra-1 kuyusundan 135 milyar metreküplük doğal gaz keşfi yapmasından ziyadesiyle memnuniyet duyuyoruz.

Böylelikle Karadeniz’deki toplam gaz keşfimiz 540 milyar metre küpe ulaşmıştır. Milletimize hayırlı olsun diyorum.

Ayrıca Polonya’da düzenlenen Para Atletizm Avrupa Şampiyonası’nda ülkemize haklı gurur yaşatarak başarılar kazanan evlatlarımızı tebrik ediyor, tertemiz alınlarından öpüyorum.

Çok yaşayın çocuklar, nice zaferlere imza atmanızı temenni ediyor, sizlerden bunu bekliyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor; başarılı, sağlıklı ve selamet içinde geçireceğiniz huzurlu bir hafta diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun"

Hibya Haber Ajansı